27 Ocak 2013 Pazar

Alıntı - Abbas Yolcu - Attila İlhan



Bugünlerde Attila İlhan’ın Abbas Yolcu adlı kitabını okuyorum. Gezen, gezemeyip de hayalini kuran, kalbinin bir tarafı hep yollarda olan gezici ruhlular okumalı. Kitap 1949-52 yılları arasında yazılmış gezi yazılarından oluşuyor. O günün seyahat şartlarıyle bugününkiler arasındaki fark şaşırtıcı. Adana’dan İstanbul’a yapılan bir yolculuk uzun günler sürebiliyor mesela. Bizler için şu anda 12 saatlik bir otobüs yolculuğu hiç bitmeyecek kadar uzun. Çünkü Adana-İstanbul arası uçakla 1 saat.. Evet 1.
”   …Köylüler Ankara’ya çalışmaya gidiyorlardı. Niğde’nin köylüğündendiler. Ankara’da iş tutmuş hemşerileri vardı. Elleri benim kadardı. Gözleri kanlı kanlı, hem ihtiyar, hem çocuktu. Ben o vakitler daha çabuk, daha hızlı coşar taşardım, köylülere neler söyledim, neler anlattım, şimdi hep unutmuşum, yalnız yeniden uyku gözlerimize çöreklenip de herkes köşesine çekilince; içlerinden biri, yanık yüzlü, sarı bıyıklı bir dev, usulca yanıma sokuldu:
” Bey bilader ” dedi. ” Kusura kalma, sen herhal bilin. Hani biz köylüyük. Harbe gireceğmişiz dirler de… “
Ona baktım. Gözlerinin dibi aydınlık ve titrekti. Ekmeğini ve yaşamayı seviyordu. Tarlasız topraksızdı. Arka arkaya üç nesil babası, dedesi, büyük dedesi, gazada yıkılmış gitmiş, bütün ol yıkılmışlardan bir bu nişane kalmıştı. Ona ” Hayır! ” dedim. Herkes de ” Hayır ” demeliydi…   “

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

27 Ocak 2013 Pazar

Alıntı - Abbas Yolcu - Attila İlhan



Bugünlerde Attila İlhan’ın Abbas Yolcu adlı kitabını okuyorum. Gezen, gezemeyip de hayalini kuran, kalbinin bir tarafı hep yollarda olan gezici ruhlular okumalı. Kitap 1949-52 yılları arasında yazılmış gezi yazılarından oluşuyor. O günün seyahat şartlarıyle bugününkiler arasındaki fark şaşırtıcı. Adana’dan İstanbul’a yapılan bir yolculuk uzun günler sürebiliyor mesela. Bizler için şu anda 12 saatlik bir otobüs yolculuğu hiç bitmeyecek kadar uzun. Çünkü Adana-İstanbul arası uçakla 1 saat.. Evet 1.
”   …Köylüler Ankara’ya çalışmaya gidiyorlardı. Niğde’nin köylüğündendiler. Ankara’da iş tutmuş hemşerileri vardı. Elleri benim kadardı. Gözleri kanlı kanlı, hem ihtiyar, hem çocuktu. Ben o vakitler daha çabuk, daha hızlı coşar taşardım, köylülere neler söyledim, neler anlattım, şimdi hep unutmuşum, yalnız yeniden uyku gözlerimize çöreklenip de herkes köşesine çekilince; içlerinden biri, yanık yüzlü, sarı bıyıklı bir dev, usulca yanıma sokuldu:
” Bey bilader ” dedi. ” Kusura kalma, sen herhal bilin. Hani biz köylüyük. Harbe gireceğmişiz dirler de… “
Ona baktım. Gözlerinin dibi aydınlık ve titrekti. Ekmeğini ve yaşamayı seviyordu. Tarlasız topraksızdı. Arka arkaya üç nesil babası, dedesi, büyük dedesi, gazada yıkılmış gitmiş, bütün ol yıkılmışlardan bir bu nişane kalmıştı. Ona ” Hayır! ” dedim. Herkes de ” Hayır ” demeliydi…   “

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder